Kırım Çigbörekçisi


Ben tatarım. Dolayısıyla Çibörek benim milli yemeğim. İyisini bulmanın çok zor olduğu bu özel yiyeceği herkes bir de Eskişehir'de yemen lazım, şöyle harika, böyle mükemmel diye diye yıllarca övdüler bana... Yolumuzu Eskişehir'e düşürünce de Kırım Çibörekçisine uğradık elbette. (Meşhur Papağan çok bozdu dedi herkes o yüzden gitmedik)

Bir de defa şehrin dışında kocaman endüstriyel bir yer olmuş Kırım Çibörekçisi... Oysa çibörek dediğin mütevazidir aynı Tatarlar gibi. Burası bu özel yiyeceğin ruhuna hiç uygun bir mekan olmamış. Hadi tamam dedim içimde börekler güzelse laf etmeyeceğim ama yani... Şimdi Odabaşı Çibörekçisi'nin yani ülkede en iyi çiböreği yapan mekanın sokağında yıllarca oturunca buradakiler size çok bir şey ifade etmiyor. Güzel mi, güzel tabii ama mükemmel değil. Biraz kurucana yapmışlar bir defa. Çibörek dediğin çeneye suyu akıtacak kardeşim...

Yanında getirdikleri domates sosu nedir öyle ya hiç anlamadım. Yakıştıramadım da...

Mekan büyük ve ''şık'' olunca da fiyatlar yukarı doğru çıkmış. Çibörek dediğin hem mütevazi hem de ucuzdur. Diyeceğimiz şudur. Giderseniz yiyin ama gelip de anlatmayın. İyisi için Odabaşı'na...

Safranbolu



Uneseco Dünya Kültür Mirası Listesi her ne kadar kurumun kendisi aşırı politize olsa da bence hala değerli bir liste.. Ve bu listede yer almak oldukça önemli. İnsanlığın ortak mirasını temsil eden medeniyet eserlerimizi bir bir listelemek ve koruma altına alınmasına katkı sağlamak cidden azımsanacak bir olay değil. Safranbolu da uzun yıllardan beri bu listede yer alan tüm bir şehir olarak Osmanlı'nın Anadolu yaşayışını günümüze taşıyan nadide bir yer.

Evlerin korunması konusunda gösterilmiş hassasiyet, Türkiye standartlarını -özellikle de günümüzdeki restorasyonları düşünürsek- son derece yüksek... Evler asıllarına göre korunmuş ve bir işlev verilerek uzun yıllar daha korunması aslında garanti edilmiş. Pek çok Safranbolu evi bugün otel ya da bir dükkan işlevi görüyor. Sahipleri de bu evlerin kendi gelirlerinin en önemli parçası olduğunun bilincinde olacak şekilde son derece saygılı bir şekilde yaklaşıyorlar.

Safranbolu'ya gelenler genelde burada birkaç saat kalıyor, birkaç ev geziyor ya da en fazla bir gün konaklayıp gidiyorlar.  Oysa Safranbolu'yu anlamak ve kültür mirasına neden dahil olduğunu hissetmek için bu şehirde biraz da sıkılmak gerekiyor. Evlerin içinde sıkılmak, sokaklarda sıkılmak, yollarda sıkılmak gerekiyor. Bu yüzden biz Safranbolu'ya 3 gün ayırdık. 3 gün boyunca yapılacak şey orada durmak. Beklemek, zamanı izlemeye çalışmak, bir yeni çağ Osmanlısı gibi... O zaman Safranbolu da size sırlarını açıyor sanırım.

Arasta Cafe



Fotoğraf: Fulya M.

Anadolu'da gezerken ahiliğin getirdiği asudeliklle örülü pek çok açık kapalı çarşıya rastgelmek mümkün. Safranbolu da en saf haliyle bir Anadolu minyatürü adeta...

Bu yüzden çok güzel neredeyse otantik bir çarşısı var.

Safranbolu Arasta Çarşısı'ndaki Arasta Cafe Miras Kenti'nde en güzel cafe'si. Türk kahvesi servisleri sakız likörü ve şerbetle yapılıyor. Mekanının tarihi atmosferi ve huşuyu bozan tek şey çaldıkları berbat müzikler.

Safranbolu Kadıoğlu Restaurant


Fotoğraf: Fulya M.

Safranbolu gerçek bir lezzet diyarı. Bu memlekette yediğimiz her şey bir ayrı lezzetliydi. Ama Kadıoğlu'nun yeri bir başka. Safranbolu'da geçirdiğimiz 3 huzurlu günde de Kadıoğlu Restaurant'a gitmeden edemedik. Tandır sanırım hayatım boyunca yediğim en iyi masif etlerden biriydi. Tandır olarak da bir numara. Ağızda dağılan, en ufak bir ağırlık yapmayan enfes bir yemek... Yanındaki ayran ise bambaşka bir konu, üzerine kitap yazılır.

Büyükada Princess Hotel


Büyükada ne kadar kalabalık olursa olsun, ne kadar Arap dolarsa dolsun hala İstanbul'un en güzel adası. Havasından mıdır, suyundan mıdır, ne Burgaz, Ne Heybeli tutamaz yerini. İskelede vapurdan inip o güzelim yokuştan yukarı çıkarken kendimizi Hatırla Sevgili dizisinde bir sahnedeymiş gibi hissederiz.

Princess Hotel de Büyükada'da bu bahsettiğim yokuşun hemen bitiminde yani tam merkezde hatta merkezinde merkezinde yer alan bir otel.

Kendinize deniz nazır bir oda tutarsanız fotoğraftaki gibi bol İstanbullu bol martılı bir manzaraya sahip olabilirsiniz. Otelden temel alacağınız şey bu olacak. Yemek filan beklemeyin. Yemeğinizi güzel bir şarküteriye girip kendiniz alın, hatta bir şişe de güzel kırmızı şarap ilave edin yanına...

Küsseniz barışırsınız, mutluysanız mest olursunuz bu manzarada. Biz de öyle yaptık zaten balkona çıktık. Jambonlarımız kaz ciğerlerimiz ve şarabımızla İstanbul'a ve aşka daldık.

Güral Sapanca Hotel



Fotoğraf: Fulya M.

Sapanca ''İstanbul'a yakın tatil yerleri'' diye Google'a yazdığınızda ilk çıkan yerlerden biri... Gerçek bir doğal cennet. Gölüyle, havasıyla İstanbul'da 1,5 saat uzakta olduğuna insan inanamıyor.

Güral Hotel de bu yakın mevkii'nin en iyi iki otelinden biri. Daha çok bayi toplantıları, şirket içi motivasyon toplantılarıyla bilinen bir otel... Bu anlamda tekil ziyaretçiler biraz ikinci planda. Giriş yaparken bile bunu hissedebiliyorsunuz. Otel biraz fazla görkemli!! dekore edilmiş, inceden bir arap zevkini hissedebiliyorsunuz. Altın varaklar, büyük kristal avizeler, sarı renkler otelin girişinde hakim durumda...

Odalara gelirsek özellikle Koruya bakan odaların zevki apaayrı. Otelin kendine ait epe büyük bir korusu var ve odaların bir kısmı bu koruya bakıyor ve buradan sabah manzarasını izlemek epey keyifli oluyor. Odaları rahat özellikle yatakları hissedilir derecede rahat...

Otelin spa'sı geniş ve boş. Pek fazla insan kullanmıyor Kapalı havuzu oldukça geniş, saunası ve hamamı temiz ve güzel...

Yemeklere gelirsek. Açık büfeleri zengin ama lezzet olarak çok çok özel diyemeyceğiz. Elbette standardın üzerinde bir lezzetten bahsedebiliriz ama benzeri fiyatta ve kalitede otellerde çok daha iyi büfeleri tatmak mümkün. Bir gecelik bir ziyaret biraz oksijen depolamak ve haftaya taze başlamak için neden olmasın.







Mahalo Cofee Shop



Fotoğraf: Fulya M.

Karaköy geyiğini daha fazla uzatmayacağım elbette. Bundan 5 yıl önce sokağına giremeyeğimiz yerlerde şimdi Brezilya mı içelim Guetemala mı içelim yapıyoruz. Güzel mi bilemeyeceğim. Bu soylulaştırma meselelerini sosyologlarımıza bırakalım, çabuk çabuk mekana geçelim.

Mahalo pek çok başka 3. dalga kahveye göre geniş ve ferah bir mekan. Okuma ve çalışmak için oldukça uygun. Diğer 3. dalga kahvelerde sanki insana sürekli iç de git dermiş gibi bakıyorlar ya (veya bize öyle geliyor) hahh işte Mahalo'da o yok.

Kahve konusunda yorumumuz belli, çok acı ve ekşi olanlar iğrenç. Biz onları içmiyoruz.

Mahalo'da da içmedik. Bizce siz de içmeyin :)

Jamie's



Fotoğraf: Fulya M.

Jamie Oliver'ın askerleriyiz... Diyecek başka söz bulamıyorum :)

Pizza Türkiye'de sevilen bir yemek. Hamur seviyoruz, et seviyoruz, domates sosu seviyoruz tama bizim memleketin yemeği ama elbette Türkiye'de sevilen her şeyde olduğu gibi pizza konusunda da ciddi bir enflasyon var.

Zincir pizzacılara söyleyecek sözüm yok, onlar kurtarıcı tadında pizza yaparlar. Ama iyi bir restaurantta yanında bir kadeh kırmızı şarapla pizza yiyeceksek o zaman pizzada aradıklarımızın sayısı ciddi artar. Serde tatarlık var, hamurişini iyisini biliriz. Buradaki pizzaların hamuru kurumadan kıtırlaşmış hamursuluğunu kaybetmeden pişmiş enfes hamurlar. Malzemeleri pizza hamuru iyi pişsin diye fazla pişirip, çamur eden başka ünlü pizzacılar gibi değil Jamies burada her malzemenin ayrı ayrı tadını alıyorsun. Ben jambonlu, soğanlı bir pizza söyledim yanında hafif ekşi bir kırmızı şarapla efsane bir lezzete ulaştım.

Mekanın kendisi malum Zorlu Avm'nin içinde ve Zorlu Avm tam bir görgüsüzlük şaheseri ama insan Jamies için katlanıyor.


Virginia Angus


Fotoğraf: Fulya M.

Eminönü'ndeki Mercan Yokuşu'nda ticarethanelerin, Çin malı satan dükkanların arasında yıllardır adını duyduğumuz Virginia Angus'a sonunda gidebildik. Mekan dediğim gibi oldukça dar bir alanda ve çok da uygun bir lokasyonda değil ama bu hali bir otantiklik katıyor. Ama yine et yemeği olunca etrafınızdaki yoksunluk yemeği biraz boğazınıza diziyor yerken biraz rahatsız oluyorsunuz bu konuyu net şekilde belirtelim. Zira bu ülkede et yemek hele de doya döke yemek her zaman bizi biraz utandırmıştır. Bunu bir de gariban diyebileceğimiz bir muhitte yapmak çok da şık değil aslında...

Virginia Angus'un yemeğine gelirsek maalesef tam bir hayal kırıklığı... Köftesinin içinde sert sert sinirler var, kıyması iyi seçilmemiş, hamburger ekmeği biraz fazla tatlı, pastane açmasına doğru meylediyor. Patates kızartması nispeten fena değil ama yani patates kızartmasıdır nihayetinde... Kısacası gitmeden önce bir daha düşünün deriz.

Candy Hoover Fabrikası


Endüstiyel alanlar, fabrikalar daima tehlikeli bir çekicilik taşır benim gözümde. Modern üretimin yabancılaştırıcı etkisi içinde çalışan değilsen entellektüel hatta giderek romantik bile gözükebilir insana. Eskişehir'deki Candy Hoover fabrikasına bir iş için gittik ve çeşitli çekimler yaptık. Bu çekimler sırasında içerideki loş atmosfer, üretilen beyaz eşyalar ve işçilerin aynı 19. yüzyıl işçisi gibi bir makinenin parçası olarak işlev görmesi her gün görebildiğimizden farklı bir varlık alanına denk gelmemize vesile oldu. Bir fabrikayı görmek asla sadece bir fabrikayı görmek değil, bir mediyetin tekrar üretimine tanık olmaktır aynı zamanda...

Giritli Restaurant


Giritli Restaurant uzun yıllardır İstanbul'un en iyi mezecilerinden biri ya da biriydi diyelim... Hatta belki de en iyisi. İstanbul'a henüz Alaçatı havası uğramamışken 2000'li yılların sonunda kendi özel mezelerini ve konseptini oturtmuş bir mekan. Bu gözler damak tadıyla ünlü iki hocamızı Murat Belge ve İlber Ortaylı ayrı masalarda ama aynı akşamda Giritli'de görmüşlüğü dahi var.

Son dönemde gittiğimde bundan 10 yıl önceki kadar etkilemedi bu konuda yalan yok. Ama bu mekanın kötüleşmesinden çok muhtemelen görgümüzün artmasıyla ilgili... 

Giritli'de fiks menü denilen bir uygulama var. Gidiyorsunuz sınırsız içkiyle birlikte mezeler, ara sıcaklar, sıcaklar ve balıklarınız geliyor. Asmaya sarılı sardalyayı mesele ilk defa burada yemiştim. Hala güzel ama mesela bir Battı Balık (Bozcaada) kadar değil. Mezeleri şu anda İstanbul'da ilk 3'e girer. Ama fiks menü artık beni biraz zorluyor ya da irrite ediyor diyelim. Çünkü her şeyi yemek istemiyorum ama misafiri önüne mecburi olarak getirerek yemeye zorluyor. Onun dışında mekan Tarihi Yarımadan'nın saklı cenneti Cankurtaran'da harika bir konakta... Atmosfer özellikle de bahar aylarında bir başka... Hiç gitmediyseniz mutalaka ama mutlaka gidin. Eskiden gittiyseniz bir görmeye gidin, sık sık gitmeyin bir sürü güzel yer var :)


Urban Beyoğlu'nda Hala Hayat Var.

Fotoğraf: Utku Y.

Beyoğlu ölüyor malumunuz. İstilaya uğradı. Ama hala hayat olan birkaç yer var. Urban mesela. 20 yıldır orada. Hala harika. Baharda bol bol gidiniz. Güzel insanlar, güzel yemekler, nur yağmış bir yer...

#ÖlmemeGünü


Fotoğraf: Fulya M.

26 Mart edebiyatçıların kutladığı pek meşhur olmayan ama belli bir kitlenin iyi bildiği Ölmeme Günü. Biz de bu güzel günü Çukur Meyhane'de kutladık. Mekanın ambiansı harika, mezeleri ortalamanın biraz üstü ama fiyatları çok çok makul. Bugün rakı içen ölmezmiş dediler. Biz de içtik.

Can Oba


Fotoğraf: Fulya M.
google-site-verification: googlea680ff7f987b0c82.html